Türker Armaner'in dördüncü kitabı Tahta Saplı Bıçak, kişisel geçmişin ve bir ülkenin yakın tarihinin süreklilik içinde bulunmadığını; gerek bireysel, gerek kolektif belleğin geçmişi kurarken her seferinde yeniden inşa ettiğini anlatan bir roman. 1979 yazında, hayali sahil kasabası Karanca'da yirmi saat içinde geçen Tahta Saplı Bıçak, karakterlerin bellekleri ile 1960'ların, 1930'ların Istanbul'unu ve romanın temel karakteri Münevver Hanım'ın öğrenci olarak kaldığı 1939 Berlin'ini kapsıyor.
“Leonard, geniş, boş, dümdüz bir açıklıktaydı. Gökyüzü, ara sıra geçen zeplinlerle kararıyor, sonra yeniden parlak, çiğ bir ışıkla doluyordu. Tam karşısında, granit ve taştan yapılmış bir bina vardı. Her şey, hep istediği gibi, muntazam ve temizdi.
“Münevver Hanım yeryüzünün yaşadığı kıyımdan tümüyle kendini sorumlu tutuyordu. Aynada gördüğü bu kadında suçluluk belirtisi yoktu; ona dönüş yolunu değil, ancak dönülecek bir yol olmadığını anlatabilirdi.
“Mutfağın ışığını kapatırken, gündüz orada Nuri Bey ile öldürdükleri yılan aklına geldi, tekrar küpün olduğu yere baktı. ‘Bizi sadece korku bir arada tutuyor, başka hiçbir şey değil,’ dedi, yukarıya çıktı.”
Türker Armaner'in dördüncü kitabı Tahta Saplı Bıçak, kişisel geçmişin ve bir ülkenin yakın tarihinin süreklilik içinde bulunmadığını; gerek bireysel, gerek kolektif belleğin geçmişi kurarken her seferinde yeniden inşa ettiğini anlatan bir roman. 1979 yazında, hayali sahil kasabası Karanca'da yirmi saat içinde geçen Tahta Saplı Bıçak, karakterlerin bellekleri ile 1960'ların, 1930'ların Istanbul'unu ve romanın temel karakteri Münevver Hanım'ın öğrenci olarak kaldığı 1939 Berlin'ini kapsıyor.
“Leonard, geniş, boş, dümdüz bir açıklıktaydı. Gökyüzü, ara sıra geçen zeplinlerle kararıyor, sonra yeniden parlak, çiğ bir ışıkla doluyordu. Tam karşısında, granit ve taştan yapılmış bir bina vardı. Her şey, hep istediği gibi, muntazam ve temizdi.
“Münevver Hanım yeryüzünün yaşadığı kıyımdan tümüyle kendini sorumlu tutuyordu. Aynada gördüğü bu kadında suçluluk belirtisi yoktu; ona dönüş yolunu değil, ancak dönülecek bir yol olmadığını anlatabilirdi.
“Mutfağın ışığını kapatırken, gündüz orada Nuri Bey ile öldürdükleri yılan aklına geldi, tekrar küpün olduğu yere baktı. ‘Bizi sadece korku bir arada tutuyor, başka hiçbir şey değil,’ dedi, yukarıya çıktı.”